Çocukta cinsel gelişim
Freud, “cinsel derken, yalnız eşeysel organların birleşme-üretme amacına yönelik duygu ve eylemlerini içeren dar bir kavrama bağlı kalmamıştır. Freud, cinsel terimini haz veren herhangi bir nesne ya da uyarana organizmanın yönelişi anlamında kullanmıştır. Bu anlamda sevilen, haz veren, doyum sağlayan her nesnenin niteliği vardır. Frued, ruhsal bozuklukların, öncelikle nevrozların oluşumunda ruhsal-cinsel gelişme kuramına çok yer vermiş, ve ruhsal-cinsel gelişme dönemlerindeki sorunların ve saplantıların nevrozların kaynağını oluşturduğunu ileri sürmüştür. Çocukluk çağında yaşanılan cinsel yönelişlerin ve çatışmaların bilinçdışına itildiğini ve bunların ancak analitik yöntemlerle bilinç düzeyine çıkarılabileceğini açıklamıştır (Öztürk, 1995).
Cinsel gelişim, kişinin kendi cinsi ile ilgili üreme organlarının büyüyüp gelişmesini ve bunlardan doğan sorunlarla ilgili davranış değişikliklerini kapsar. Cinsel gelişim kişiliğin diğer yönlerini de etkiler. Özellikle duygusal gelişimin bir kısmı cinsel gelişimin etkisi altındadır (Binbaşıoğlu, 1975).
Freud, çocuk cinselliğinin ilk belirtilerinin, beslenme ya da idrar kesesi ve barsak denetiminin kazanılması gibi aslında cinsel nitelikli olmayan bedensel işlevlerden kaynaklandığı görüşünü ortaya koymuştur. Bu görüşe göre çocukta psikolojik ve cinsel gelişim, her biri bir önceki dönemlerde kazanılan davranışları da kapsayan beş dönemde tamamlanır (Geçtan, 1995, s.33).
Freud, cinsel gelişimi, Oral dönem, Anal Dönem, Fallik dönem, Gizil (latent) Dönem ve Genital Dönem olmak üzere beş döneme ayırmıştır. Genital Dönem ergenlik dönemini kapsadığı için bu dönemi burada ele almayacağız.
Oral Dönem :
Gelişimin ilk basamağıdır. 1-1,5 yılı boyunca sürer. Bu dönemde başlıca haz kaynağı ağızdan besin almaktır. Bu dönemde bebek sürekli alıcıdır. Bebeğin ihtiyaçları, algılamaları ve kendini anlatım yolları daha çok ağız bölgesinde odaklanmıştır. Ağız bölgesinde algılanan duyuların başlıcaları; açlık, susuzluk, anne memesi ya da onun yerine geçen nesnelerin oluşturduğu ve hoşlanma duygusu yaratan dokunma uyarımları, yutma ve doymaya ilişkin duyulardır. Bu dönemde çocuğun tek iletişim kaynağı ağzıdır. Nesneleri ağzıyla yakalar, çiğner, severse yutar, sevmezse tükürür, çıkarır. Bütün faaliyetlerin ana kaynağı beslenme kaynağı üzerine kuruludur. Bu evrede çocuğun tüm hayat enerjisi beslenme ihtiyacının karşılanmasına yöneliktir. Bu sürede sadece beslenme içgüdüleri faaliyetlerini sürdürür (Alper, Bayraktar, Karaçam, 1997; Binbaşıoğlu, 1975; Geçtan, 1995; Özgü, 1994; Öztürk, 1995).
Bu dönemde çocuk beslenmesini annesinin memesini emerek karşılar. Freud, “Cinsellik Üzerine” adlı kitabında emme üzerine şunları söylemektedir: “Emmeyi, çocuğun cinsel gösterilerinin tipi olarak ele alabiliriz. Daha süt çocuğunda bulunan ve olgun yaşa dek, hatta bütün yaşam boyunca süren emme ve azar azar içine çekme, amacı bir besini söğürme olmayan dudakların ritmik ve yinelenen hareketinden başka bir şey değildir. Dudağın bir bölümü; dil, derinin bir başka bölgesi, sık sık ayak baş parmağı bile emme nesneleri olurlar. Aynı zamanda başka bir dürtü belirir, bu ritmik bir biçimde kulak memesini tutmak ve çekiştirmektir. Emme zevki çocuğun bütün dikkatini alır, sonra onu uyutur ya da ona hareket verici tepkilere, bir tür orgazma götürür. Yine sık sık emme, göğsün ve dış üreme kısımlarının, tekrarlı dokunmasına eşlik eder. Böylece çocuklar çoğu zaman emmeden mastürbasyona geçerler (Freud, 1996, s,58).
Emme, sadece çocuğun besin ihtiyacını karşılamıyor. Aynı zamanda çocuğa insel haz veren bir eylem haline de dönüşebiliyor. Çocuk bu hazzı duyduktan sonra emme eylemini devam ettirmektedir. Hatta yetişkin yaşamında da bu yolla haz almaya devam edebilmektedir. En basit örneği de insanların ağızlarında emzik varmış gibi sigara ile her yerde dolaşmalarıdır diyebiliriz.
Bebekteki oral dürtülerin iki öğesi bulunmaktadır. Bunlar: n Libidoya yönelik öğe (oral erotizm). Oral öğenin yarattığı gerginliğe son vermeyi amaçlar. Amaca ulaşılması, bir gevşeme ve suskunluk yaratır. Oral erotizm bu dönemin ilk aylarında daha çok egemendir.
n Saldırgan öğe (oral sadizm): Oral dönemin son aylarında oral erotik öğelerle birlikte varlığını sürdürür. Oral saldırganlık ısırma, çiğneme, tükürme ve ağlama tepkileriyle anlatım bulur. İnsanda var olan yıkıcı eğilimlerin ilk belirtileri bu dönemde görülür (Geçtan, 1995, s.34).
İnsanın yaşamında anne, önemli bir yer tutmaktadır. Fakat bu dönemde annenin rolü diğer dönemlere oranla daha da önemlidir. Anne, çocuğun ihtiyaçlarını karşılarsa, bebekte dış dünyaya karşı güven duygusu oluşmaya başlar. Bu dönemde annesiyle; sıcak, sevecen ve güven verici bir ilişki yaşayan çocuğun, yaşamı boyunca diğer insanlarla da benzer şekilde ilişkiler kurabilmesi beklenir (Geçtan, 1995).
Oral dönemde, çevresel koşullara ve biyolojik yapıya bağlı olarak aşırı doyurulma ya da aşırı doyumsuzluk içinde kalma yüzünden, çocuk sonraki gelişme dönemlerine ilerlemeyebilir. Bu nedenle oral dönem özelliklerine fazla tutunabilir. Yetişkin kişide aşırı ağızcılık (oburluk, ağızla cinsel doyum v.b.) ve aşırı bağımlılık, alıcılık, edilgenlik, abartılı iyimserlik, özseverlik, arada bir yaşanan yoğun karamsarlık, haset, kıskançlık baskın olursa, bu davranış özellikleri oral saplanma belirtiler olarak yorumlanabilir. Böyle bir kişi başkalarından almaya alışmış, aşırı isteyici ve bağımlıdır (Geçtan, 1995; Öztürk, 1995).
Oral dönemi başarılı atlatılamazsa bu özellikler bireyin kişiliğinde yer eder. Birey bu özelliklerinin oral dönemdeki bir saplanmayla ilgili olduğunun farkına varamaz. Birey, oral dönemi başarılı bir şekilde tamamlarsa, kişilik özellikleri aşırı bağımlılık ya da kıskanma duyguları olmadan, diğer insanlara verebilme ve onlardan alabilme özelliklerini içerir. Böyle kişiler kendilerine olduğu gibi diğer insanlara da güvenir ve onlardan destek alabilirler (Geçtan, 1995).
Anal Dönem :
Bu dönem üçüncü yaşın sonuna kadar sürer. Çocuk, bu dönemde anüsü büzen kaslara giden sinirlerin olgunlaşmaları sonucu, dışkının tutulması ya da boşaltılması işlevlerin üzerinde denetim kurmayı öğrenir (Geçtan, 1995).
Anüs bölgesinin anatomik durumu tümüyle ağız-dudak bölgesinde olduğu gibi onu bir cinsel etkinliği başka bir fizyolojik etkinlik üzerine dayandırmak için elverişli kılar. Bu bölgenin şehvet uyandırıcı değerlerinin başlangıçta pek büyük önem taşımış olduğu sanılabilir. Anüs bölgesinin şehvet uyandırıcılığını kullanan çocuk, dışkı maddelerini, şiddetli kas büzülmelerine yol açıncaya ve anüsün halka kasından geçerken mukoza üzerinde kuvvetli bir uyarma yapıncaya dek tutmakla açığa vurur. Bir acı duygusuna, bir zevk duygusunun eklendiği sanılabilir. Daha sonraki karakter tuhaflılığın ya da sinirliliğin en iyi belirtileri; çocuk, lazımlığa oturduğu zaman bağırsaklarını boşaltmaya yanaşmaz ve annesinin emrini ve öğütlerini dinlemeyerek, bu işi, ne zaman hoşuna giderse o zaman yapmakta diretir. Yatağını kirletmekten çekinmez; onun için önemli olan, dışkısının fazla birikmesiyle elde ettiği hazzı kaçmaya bırakmamaktır (Freud, 1996, s.63).
Cinsel duyarlılığa sahip bir mukoza için bağırsağı dolduran şey, uyaran bir cisim rolü oynamakta, çocukluktan sonra işe karışacak olan bir tür temel organa öncülük etmektedir; fakat başka önemli anlamları da vardır. Çocuk, dışkıyı bedeninin bir parçası gibi görür; onun için bu dışkı, veriyorsa uysallığını, reddediyorsa inatçılığını kanıtlamaya yarayan bir “armağan”dır. Daha sonraları çocuk , bu armağan kavramından “bebek” kavramına geçer ki, bu, çocuk cinselliği varsayımlarından birine göre, yiyerek edinilir, peydahlanır ve bağırsak yoluyla doğar (Freud, 1996, s.64).
Bu dönemde çocuğun hayatında dışkı önemli bir yer tutar. Dışkı, çocuk için ödül veya cezalandırma aracı olabilir. Değerli bir nesne olarak algılanan dışkıyı tutmaktan ya da bir armağanmışçasına anneye sunmaktan duyulan cinsel hoşlanma, anal erotism denir. Dışkıyı, güçlü ve yıkıcı bir silahmışçasına saldırgan duygularla püskürtme eğilimine anal sadizim denir (Geçtan, 1995, s.36).
Anal dönemde tuvalet eğitimi açısından önemlidir ve kişilik gelişmesinde önemli etkiler bırakır. Bu dönemde, çocuğa sıkı, katı, cezalandırıcı tuvalet eğitimi; özerklik tanımayan, bağımlılığı bebek kalmayı destekleyen aşırı koruyucu ve denetleyici tutumlar, aşırı düzenlilik ve titizlilik eğitimi, çocuğa ayıp ve günah kavramlarının fazla aşılanması gibi tutumlar anal dönemde saplanmaya neden olur. Anal dönemde saplanmış kişilerde, aşırı düzenlilik, katı görüşlülük, inatçılık, dik kafalılık, para harcamaktan çekinmeyen cimrilik, kararsızlık, tuvalet işlemleriyle aşırı uğraşma gibi özellikler gösterirler (Alper, Bayraktar, Karaçam, 1997; Geçtan ,1995; Öztürk, 1995).
Anal dönemin anne ve çocuk arasında uyumlu ilişkiler sürdürebildiği durumlarda ise, özerk bir insan olarak özgürce seçim yapabilme, bağımsızlığını sürdürme, suçluluk duymaksızın girişimde bulunma, olaylar karşısında kararsızlığa kapılmadan eyleme geçme ve bu eylemlerin sonuçlarını olduğu gibi kabullenebilme, dik kafalı olmadan ya da aşırı ödünler vermeden diğer insanlarla işbirliği yapabilme yetenekleri kazanır (Geçten, 1995, s.37).
Fallik Dönem :
Cinsel bölgelerin uyarılmasından heyecan duyma ve cinselliğe karşı aşırı ilgi biçiminde davranışlarla belirlenen bu dönem 2,5-3 yaşlarına doğru başlar ve yaklaşık olarak beşinci yaşın bitiminde son bulur. 2,5-3 yaşlarında çocuğun, düşünce dünyasında giderek artan bir biçimde ilgi alanı oluşur. Bu da eşeylik ayrılıkları ile ilgilidir ve çocuğun dikkati eşeylik organlarına bunların anlamlarına yönelir. İlk iki dönemde cinsel dürtünün doyurulması, ağız ve anal bölgenin işlevleriyle ilgili iken, 2,5-3 yaşından başlayarak artık eşeysel organın kendisi cinsel haz bölgesi olmuştur. Çocuğun bu yaştaki cinsel ilgi e eylemleri yetişkin insanın cinsel yaşamını bir öncüsü, çocuksu bir benzeridir (Geçtan, 1995; Öztürk, 1995).
Çocuğun orojen bölgeleri arasında bir üstünlük taşımayan ve ilk cinsel hareketlerin çıkış noktası olamayan, fakat daha sonra en büyük rolü oynamak için görevlendirilmiş bulunan bir tanesi vardır. Bu, oğlan çocukta ve küçük kızda çiş yapma ile ilgilidir. Üreme organın örgütlediği bu orojen bölgenin cinsel etkinliği, daha sonra normal cinsel yaşamın başlangıcı olarak hareketi oluşturur. Bu bölgenin anatomik topografyası, salgıların artması, vücut bakımı (yıkama ve ovma), nihayet rastlantıların yaptığı bazı uyarımlar yüzünden bedenin bu kısmının vermek gücünde olduğu haz duygusunu küçük çocukta bile kendini duyurması, yineleme gereksinimi uyandırır. Uyarmayı ve doyumu sağlayan eylem, ya elle ovuşturmalardan ya da butların sıkıştırılması ile bir baskından ibarettir. Butların sıkıştırılması özellikle küçük kızlarda sık sık olur. Erkek çocuklar eli yeğlerler. Çocuğun mastürbasyona yönelik davranışları bu dönemde rahatlıkla gözlenebilmektedir (Freud, 1996, s.64-65).
Bu dönemde çocuk, cinsel ayrılıkları öğrenir, cinsel benlik duygusu başlar ve cinsiyetine uygun rollerin belirlenmesi kesinleşir. Bu yaşta çocuğun öğrenme tutkusu, toplumun cinselliğe karşı tutumlarına da yönelir. Çocuk, cinsel yasakları ve değerleri hızla öğrenir. Cinsel ilgiler ve cinsel rollerin benimsenmesi çocukların oyunlarında çok belli olur (Öztürk, 1995).
Bu dönemde karşılaştığı iki önemli sorun iğdişlik (kastrasyon), korkusu ve oedipus kompleksidir.
1. İğdişlik (Kastrasyon) Korkusu:
Fallik dönemde erkek çocuk için penis, çocuğun bütün benliği için, varlığı ile eşdeğer bir anlam ve önem kazanır. Toplumsal tutumların da desteği ile erkek çocuğu kız çocuktan ayıran bu değerli (Üstün) organla ilgili olarak çocuk zihninde bir takım korkular gelişir. Erkek çocuk, kız çocukta penis olmadığını farkedince bunun kendisinde de yok edileceği kaygısı duyar. Ayrıca, ailede ve toplumda çocuğun yaramazlıklarına, penisi ile oynamasına, gece işemelerine karşı bir ceza olarak penisin sıklıkla kesileceği söylenir. Bu korku iğdişlik korkusu olarak bilinir. Bu korkunun varlığı yalnızca penisine zarar gelecek biçimde görülmez. Bir çok değişik ve gizli biçimlerde ortaya çıkabilir. Örneğin doğrudan doğruya bir yadsıma ile kız çocukta penisin olmadığını kabul etmemek; kızlarda da penisin gizli bir yerde, örneğin bacaklarının arkasında saklanmış olduğunu ya da sonradan büyüyebileceğini düşünmek biçiminde görülebilir. Erkek çocuğun, sık sık penisi açıp bakması, göstermesi ve bu konuda konuşması, penisinin sağlam olduğuyla ilgili kendisine bir çeşit güvence verme belirtileridir. Çocuk, penisle ilgili korkuyu, bedeninin bir başka parçasına aktararak herhangi bir çizik, yara ve ameliyat üzerine büyük endişeler gösterebilir. Penisten yoksun olan kız ve kadınları aşağı görerek onlardan uzak durabilir. Başka çocukları gerçekten ya da simgesel biçimlerde iğdiş etmekle tehdit edebilir. Penise dokunmayı tümden bırakması ya da aşırı özdoyurum yoluyla penisin varlığına ve işe yaradığına ilişkin güvence araması da bu korkunun bir belirtisidir. Kimisi penisinin çok küçük olduğunu düşünebilir; kimi de kendini bir kız gibi görebilir (Öztürk, 1995, s.77):
Kız çocuğu bu döneme eriştiğinde, erkek çocukların kendisinde bulunmayan bir organa sahip olduğunu farketmeye başlar. Bu durumun yarattığı düşkırıklığı ve eksiklik duygusu penise imrenme olarak adlandırılır. Kızda, erkek çocukta olduğu gibi bir penis ve bunun uyarılması olmadığından, kız çocuğun cinsel yaşamdaki ilk duygusu, bir penisi olmadığını keşfetmesiyle ilgilidir. Belki, penise benzer çok küçük bir organ olan klitorisinin farkına varsa bile, derin bir eksiklik duygusu altında kız çocukta penisin olması isteği belirir. Kendi klitorisi ile erkelerin penisini kıyaslayan kız çocuk bu durumdan annesini sorumlu tutar. Önceleri tek sevgi objesi olan annesine, kendisini eksik olarak getirmiş olduğu gerekçesiyle kızgınlık geliştirir. Biriken kızgınlığın sonucu oluşan düşmanlık duyguları bazen çok yoğun olur ve anne ile kız ilişkisinin geleceğini de olumsuz yönde etkiler (Geçtan, 1995; Öztürk,1995).
Türk toplumunda kız ve erkek çocuklar arasında belirgin bir şekilde ayrım yapılmakta, erkek çocuk her zaman için el üstünde tutulduğu bilinmektedir. Özellikle de kırsal kesimde “Erkek adamın erkek oğlu olur ” düşüncesi günümüzde de yaygındır. Bir aile de ne kadar erkek çocuk varsa o aile o kadar güçlü sayılmaktadır. Gelişim dönemi gereği (en azından Psiko-analitik Kuram açısından ) zaten erkeğe imrenen bir kadının bu tür kültürel etkilenmelerle bu imrenmeyi daha yoğun yaşayacağı öne sürülebilir.
Türk toplumunda yine erkek çocuktaki kastrasyon korkusu da körüklenmektedir. “tutun şunun pipisini keselim, sünnet edelim.” Gibi korkutmalar ya da eğlenmeler çocuktaki kastrasyon korkusunu sürekli taze tutmaktadır.
Bengü, Cinselname isimli kitabında sünnet hakkında şunları söylemektedir “Çocuğun sünnet olması için en uygun zamanı tıp adamları doğduktan sonra ilk 15 gün olarak belirlemişlerdir. Daha sonra ki dönemlerde 3 ve7 yaşları arasında kastrasyon kompleksi başlar. Bu dönem sırasında sünnet bir takım bilinç dışı kurguları başlatabilir” (Bengü, 1996, s.50).
Kaya (1998), Radikal Gazetesine (14.2.1998 tarihli) verdiği demeçte sünnetin cinselliği takıntı yarattığı görüşünü dile getiren Kaya, sünnet iki yaşından sonra yapıldığında bu operasyonla beyine gönderilen mesajın sertleşmiş bir “kastrasyon kompleksi” olarak bilinçaltına kaydolduğunu söylemekte yapılan sünnetin kastarsyon kompleksini takviye etmesinin, ileride erkek başlamaya neden olabileceği üzerinde durmaktadır.
Türk toplumundaki sünnet konusu üzerinde Öztürk (1995)ün yaptığı araştırma sonuçları şöyledir.
1.Sünnet geleneği yalnızca Müslüman ve Yahudiler’ e özgü değildir. En az on beş bir yıllık bir geçmişi olduğu sanılmaktadır.
2.Sünnet yaşı toplumdan topluma değişmektedir. Afrika, Avustralya, Polinezya kabilelerine ergenlik çağında başlatma törenlerinin bir parçası olarak, Yahudiler’ de doğumdan sonra ilk yedi günde, Müslümanlar’ da erkek çocukluk yaşlarından ergenlik çağına kadar uzanan herhangi bir yaşta uygulanmaktadır.
3.Türk toplumunda erkek çocukların % 50’si 3-7 yaşları arasındadır. % 25-30’u 8-11 yaşları arasında ve geri kalanı da 3 yaşından önce ya da 11 yaşından sonra genel anestezili sünnet olmaktadır. Buna göre çocukların büyük çoğunluğu sünnet olayı iğdişlik korkularının yoğunlaştığı bir dönemde yaşamaktadır.
4.İğdişlik korkularının zaten yoğun olduğu bir dönemde çocuğun sünnet olması ya da er-geç olacağını bilmesi, kız-erkek bütün çocukların dikkatini cinsel organ, cinsel kimlik ayrışması ve bilinçlenmesi ve erken yaşata başlamaktadır. Çocuk, cinsel organına birşeyler yapılacak, bir şeyler kesilecek korkusunu yaşamaktadır.
5.Bu korkunun erkek çocukta iğdişlik karmaşasının yerleşmesine yol açabileceği düşünülebilir. Kız çocukta da penise imrenme ya da aşırı eksiklik duygusunun gelişmesi olabilir.
6. Gelenekselleşmiş toplumsal törenler, şenlikler, ödüller, armağanlar bu korkuyu azaltmaktadır.
7. Aldatılarak, zorla tutularak ne yapılacağı anlatılmadan, hazırlamadan sünnet olanlarda iğdişlik korkuları bilişsel yönden az çok hazırlıklı olanlara göre daha fazla yaşamaktadır.
8. Toplumsal beklentiler, inançlar ve erkek kimliğin gelişmesi için sünnetin zorunlu olduğu duygusu nedeniyle sünnet çocuk için hem korkulan, hem de istenilen bir işlem niteliği kazanmaktadır.
9. Türk toplumunun bir üyesi ve erkek olabilmek için sünnet zorunlu olduğu inancı ve duygusu o denli güç kazanmakta ki, sünnet olmamışlık erkek olmakla ve toplum dışı olmakla eş anlam kazanmakta ve sünnet böylece önemli bir benlik gereksinimine dönüşmektedir. Sünnet olmamışlık derin aşağılık ve utanç duygularına yol açmaktadır.
10. Sünnet böylesine güçlü kimlik öğesini oluşturması nedeniyle önemli olan sorun sünnetin yaşı ile ilgilidir.
11. Çocuğun iğdişlik korkularının yoğun olduğu bir dönemde sünnetin yapılması için hiç bir dinsel ve geleneksel gerekçe yoktur. En uygun çağ, doğumdan hemen sonra ve hastanede yapılmasıdır. Bu olmadığında en uygun yaş çocuğun hem ameliyatı, hem de toplumsal değerleri daha gerçekçi olarak değerlendirebileceği 7-10 yaşları arasındadır.
12. Çocuğun yaramazlıklarına karşı sünnet etme “pipini keseriz” tehditleri ve şakaları iğdişlik korkularını arttırmaktadır. Bu yaşta genel olarak yapılan ürkütmeler, korkutmalar ve sünnet geleneğinin kendisi toplumda erkekler yaygın olan girişim eksikliğinin nedeni olabilir.
13. Penise aşırı önem ve değer veren bir toplumda yetişen bir kız çocukta penise aşırı imrenme ya da aşırı eksiklik duygusu gelişebilir. Penise imrenme, erkeklerle aşırı yarışmaya, eksiklik duygusu da yenilgiyi kabullenmeye götürür (Öztürk, 1995, s.81)..
2.Oedipus Kompleksi:
Cinsiyetle ilgili en önemli gelişme, çocuğun annesi babası hakkındaki düşüncelerinin belirli bir anlamı olmalıdır. Çocuklarının kendi ve karşı cinsteki ebeveynleri için duydukları duyguların, bu duygularla değerlenen davranışların, deneylerin taşıdıkları anlamlardır (Özgü, 1994, s.55).
Freud, önceleri erkek çocuğun annesine, kız çocuğun da babasına daha hayatlarının ilk yıllarından itibaren tutkun olduklarını, erkek çocuğun babasını, kız çocuğun da annesini bir rakip gibi gördüğünü, sevdiği kimse ile kendisinin arasına giren biri olarak tanıdığını, bunun da sonucu olarak, onu sevmediğini, onun evden uzaklaşmasını arzu ettiğini, hatta ondan nefret ettiğini söylüyordu (Özgü, 1994, s.56).
Freud, zamanla bu görüşünü değiştirmiştir. Erkek ve kız çocuğun dört yaşına kadar annesini babasından daha çok sevdiğini, ancak dört yaşından sonra bir değişiklik olduğunu, erkek çocukların annelerini, kızların da babalarını daha çok sevdiklerini, kendi cinslerinden olan ebeveynlerini çekemediklerini, istemediklerini kabul etmiştir. Çocukların ebeveynleriyle ilgili bu davranış şekline de odip kompleksi adını vermiştir (Alper, Bayraktar,Karaçam, 1997; Cormon, 1996; Geçtan, 1995; Özgü, 1994; Öztürk, 1995).
Oedipus kompleksi, kız ve erkek çocuklarda farklı biçimlerde yaşanır. Freud bu ayrılığı anatomik yapıların farklı olmasıyla açıklamıştır. Freud’a göre, erkek çocuğun annesine yönelik cinsel dürtüleri kastrasyon korkusuyla sona erer. Kızlarda ise bunun karşıtı bir durum söz konusudur ve oedipus kompleksi, kastarsyon kompleksinin bir sonucu olarak gelişir. Erkeklerden farklı olarak kız çocuk esasen hadımdır ve penisten yoksun olmanın düş kırıklığı içinde sevgi beklentilerini bu organa sahip olan babasına yöneltir (Geçtan, 1995; Öztürk, 1995).
Oedipal dönem başladığında, erkek çocuk annesine sevgili gibi davranmaya başlar; ona dokunmak ya da onunla birlikte yatmak isteyebilir, evlenme önerisinde bulunabilir, annesinin çıplak bedenini görmek için fırsat arayabilir ve onun ilgisini kardeşleriyle paylaşmaktan hoşlanmaz. Ama herşeyden çok, en büyük rakibi olan babasını aradan çıkarmayı düşler. Diğer yandan babasına yönelik saldırgan duygularından ötürü onun tarafından cezalandırılacağından korkar. Zihninde bu döneme özgü olası ceza, iğdiş edilmedir. İğdişlik korkusu oedipal sevgiden daha ağır basa. Sonunda, bu korku yüzünden erkek çocuk annesine karşı olan oedipal sevgisini yavaş yavaş bırakır ve baba ile özdeşim kurar (Cormon, 1996; Geçtan, 1995; Özgü, 1994; Öztürk, 1995).
Kızdaki oedipus kompleksi de penise imrenme sonucu ortaya çıkar. Kız çocuk da, babasını kendisinden bir yavuklusu gibi görmek arzusu yaşar, tüm sevgilerini babalarına ayırırlar. Kendilerine eskisi gibi davranmayan babalarına küserler. En küçük kardeşlerini de babalarından boş yere bekledikleri çocuk gibi değerlendirirler (Özgü, 1994; Öztürk, 1995).
Freud’a göre kız çocukta oedipus kompleksinin sona ermesi, babaya yönelik cinsel isteklerin ve kendisine penis (ya da erkek) verileceği beklentisinin gerçekleşmemesinin yarattığı engellenme ve düş kırıklığı sonucu oluşur. Babaya yönelik sevgi giderek yerini, babanın sevgisinin ve verdiği çocukların gerçek sahibi olan anneyle özdeşleşmeye bırakır. Bu dönemde kız çocuk, erkek çocuğun organını yitirmesinden farklı olarak, babasının sevgisini yitirmekten korkar. Fallik dönemin sonlarında annesiyle daha güçlü bir özdeşim yapan kız çocuk, giderek babasından vazgeçer ve bu duygularını ergenlik çağında daha uygun bir erkeğe yöneltmek üzere geçici bir süre nötrleştirir (Geçtan, 1995, s.40).
Bu döneme özgü oedipal çatışmayı ve kastarsyon korkularını çözemeyen bir kişi, yetişkin yaşamda bilinçli ya da bilinç dışı oedipal eğilimler, kastarsyon korkuları ya da bunlara karşı aşırı savunmalar gerçekleştirebilir. Bu döneme saplanmanın belirtileri genellikle şunlardır:
1. Kız ya da erkeğin yetişkin yaşamda ana-babadan kopmaması, bir eş seçemeyişi,
2. Ana-babadan ayrılma gereksinimi ve girişimleri olunca aşırı suçluluk duygularının belirmesi,
3. Evlilik yaşamında eşi ile bir türlü rahat edememe; ana-babya karşı suçluluk duyguları yüzünden onlara aşırı düşkünlük gösterme,
4. Aşırı çekingenlik, girişim yapamam ve çabuk suçlanma eğilimleri,
5. Cinsel ilişkiden korkma, kaçınma, cinsel güçsüzlük korkuları, cinsel soğukluk,
6. Bedene bir zarar geleceği korkusu ve hipokondriazise eğilim,
7. Karşı cinse aşırı eleştirici ve olumsuz tutumlar, aşırı imrenme,
8. Cinsel kimlikte güvensizlikler, cinsel kimlik sapmaları (Öztürk, 1995, s.79).
Sağlıklı koşullarda fallik dönemin atlatılması, çocuğun kendi cinsiyetini benimsemesine, utanç duygusuna kapılmadan meraklarını giderebilmeyi öğrenmesine, gerek dış ilişkilerine gerekse iç dünyasına bir düzen getirebilmesine yardımcı olur (Geçtan, 1995, s.40).
Gizil (Latent) Dönem :
Çocukta 6-7 yaşlarından 12-15 yaşlarına yani, ergenlik çağına dek olan dönem gizil (letent) dönemdir. Bu dönemde çocukta daha önce geçirilmiş olan ruhsal-cinsel çalkantılar ve çatışma yatışma ve uyuklama dönemine girer. Bu dönemde kız ve erkek çocukların oynadığı oyunların niteliği farklılaşır. Cinsel ve saldırgan enerjiler, öğrenme, oyun, çevreyi araştırma ve diğer insanlarla daha etkin ilişkiler kurmada kullanılırlar (Alper, Bayraktar, Karaçam, 1997; Geçtan, 1995; Öztürk, 1995).
Bu dönemin başlıca amacı, fallik dönemin sonunda çocuğun kendi cinsinden olan ebeveyniyle yaptığı özdeşimi ve kendi cinsiyetine ilişkin toplumsal rolünü güçlendirmektedir. Ayrıca; çocuklar bu dönemde ana-baba dışındaki yetişkinlerle, örneğin öğretmeleriyle de özdeşim kurarlar (Geçtan, 1995, s.41).
Aslında bu dönemde bütün cinsel dürtülerin ve ilgilerin uykuya yattığı söylenemez. Nitekim bu yaşlardaki çocuklarda da cinsel meraklar, cinsel oyunlar ve oynaşmalar görülür. Örneğin eşcinsel türden ilgiler ve ilişkiler denenebilir. Fakat bunların büyük bir çoğunluğu somut anlamda bir cinsel eğilimden çok, merakın, ilişki kurmanın yarışmanın ve özdeşim olanaklarını araştırmanın belirtileridir (Öztürk, 1995, s.83).
Gizil dönemin başarılı bir biçimde atlatılamadığı durumlarda iki tür aksaklık ortaya çıkabilir. Çocuk, içsel dürtülerinin denetimini sağlayamazsa, enerjisini öğrenme ve beceri geliştirmeye yöneltemez. Ya da aşırı bir denetim mekanizması geliştirerek kişiliğinin gelişim yolunu kapatır ve obsessif karakter yapısının yerleşmesine neden olur. Bu dönemin sağlıklı bir biçimde yaşanması ise, çocuğun, yenilgiye uğradığında, aşağılık duygusuna kapılmaktan korkmadan ve özerk bir varlık olarak girişimlerde bulunmayı öğrenmesini sağlar. Böylece olgun yetişkin yaşamın özü olan sevgiden ve çalışmadan dorum sağlamanın temeli, hazırlanır (Geçtan, 1995, s.41).
Yorumlar